Biraz insan, çoğunlukla deli.

Yıl 2009. Ağustos ayının son yarısı… Eminönü’nden otobüse bindim babam ve bir arkadaşımla. Beyoğlu’na ilk adımım için köprüyü kullanmam gerekti. Bu durumdan gayet memnunum. Zira köprü tarihsel olarak da İstanbul’un Galata, Pera ve bütün Beyoğlu ve hatta bugünkü yeni İstanbul ile bağlantısı olagelmiş.

Beyoğlu’nda ilk adımımın sebebi İETT binasına gidip toplu taşımada kullanmak üzere daha sonra İstanbulkart’a dönüşecek Akbil çıkartmaktı. Öyle ki bir şehre gittim diyebilmek için o şehrin toplu taşımasında yaşamak gerek.  Dün gibi aklımda kalmış o an. Puslu bir hava. Karaköy’de yağmur vardı. Kimlik fotokopisi ve fotoğraf ile gittim tarihi Tünel’in Karaköy çıkışının yanındaki sokağa. On lira bir de… Sonrasında İstanbul’da dolaşımım özgürleşti.

Beyoğlu diyordum. Çünkü meselem biraz da Beyoğlu. Her ne kadar Beyoğlu denince birçok kişideki çağrışım Ağa Camii’den Tünel’e kadar olan kısım olsa da benim için Beyoğlu idari sınırlarından mütevellit olageldi. Ama tabii en mühimi inatla ve ısrarla İstiklal Caddesi’ydi. Çok arşınladım, ben arşınladıkça belediye ihale açtı. Belediye ihale açtıkça parke taşları yenilendi. Ben arşınladıkça belediye ihale açtı. Belediye ihale açtıkça tramvay hattı yenilendi. Çok arşınladım. Arşınladıkça belediye ihale açtı. Belediye ihale açtıkça beton saksılara göstermelik yeşillikler dikildi. Dediğim gibi çok arşınladım. Ben arşınladıkça belediye ihale açmasa da işyerleri kapandı. Kitapçılar terk etti önce. Sonra bilinen kafe ve gece kulüpleri. Yerlerine başkaları geldi. Yok ama emin değilim gidenlerin yerlerini bir şeyler alabildi mi diye.

Zor işmiş anlatmak. En azından Beyoğlu’nda yaşamak kadar.

İstanbul’a geldiğimde şehrin merkezi neresi sorusunun cevabı yaklaşık 100 yıldan beridir olduğu gibi Taksim Meydanı’ydı. Bütün yollar Roma’ya değil bütün İETT otobüsleri Taksim’e çıkmak üzereydi. İstanbul’un dağınık, yer yer düzenli toplu taşımasının ulaşmak istediği yer yaya şehri Beyoğlu’ydu. Sonra çok şey değişti. Değişim ne zaman nerede başladı sorusunun cevabını bugün verebilmem çok zor. Zira her kesin bir Beyoğlu’su var ve herkes bu miladı kendince bir yerden başlatmakta. Benim anlatmak istediğim benim Beyoğlu’m.

Burada yaşamış yahut biraz da olsa vakit geçirmiş her kişi için olduğu gibi Beyoğlu’nun en güzel zamanını gördüm. Evet, İstiklal’in ağaçlı halini yaşamadım. Evet, Emek Sineması’nda film izlemedim. Evet, Markiz’e yetişmedim. İşte tam da anlatacaklarımın ya da anlatmayı beceremeyeceklerimin sınırındayım. Çünkü Beyoğlu her daim dönüşegelmiş bir yer değil miydi? Denemedim diyemeden devam etmek gerek anlatmaya. Hiçbir objektifliği olmayan bencesine. Beyoğlu’ndaysan eğer her zaman bir bencen vardır. En azından benim her daim oldu.

Tam orta yerinde Beyoğlu’nun Galatasaray Lisesi’nin olmasından mıdır bilinmez, hep ayrı sevdim. Ama ben sevdikçe dönüştü ama ben sevdikçe değişti. Önceleri daha sık gösteri yürüyüşü olurdu. Önceleri birileri yürüyor diye bütün cadde kapatılmazdı. Önceleri Cumartesi Anneleri her hafta aynı saatte Galatasaray Meydanı’nda daha az barikatla karşılanırdı. Sadece 1 Mayıs’ta kilitlenirdi ya Beyoğlu. Hatta o kadar ki köprü bile kaldırılırdı. 1 Mayıs’ta Taksim’de kutlama olduğunu da Galatasaray’ın şampiyonluğunu da, caz festivali kapsamında sokak konserlerini de yaşadım.

Önce Asmalı’dan başladı şahit olduğum dönüşüm. Sokağa atılan masa ve sandalyelerin toplanmasıyla. Zira burada mekânlar küçük. Zira burada insanlar kalabalık. Burada olmak sokakta olmayı gerektirirdi. Sonra ince ince yer değiştirmeler başladı. Önce Karaköy’e küçük küçük butik kahve dükkânları açıldı. Dar anlamda Beyoğlu önce Karaköy’e doğru aktı. Sonra her yürüyüşte, yürüsün yürümesin herkes biber gazını tattı. Sonra o büyük direniş. Gezi günlerinin, güzel günlerin finali olduğunu bilemedim. Geziden sonra TOMA’lar mesken edindi İstiklal’in dört bir yanını. Her tarafta devlet “Ben buradayım” diye bas bas bağırıyordu. Tabii halkına pala ile saldıranları da unutmamak lazım gelir. Kim niye kendisine saldırandan alışveriş yapsındı diye bir boykot başlayageldi. Karaköy daha canlandı. Akış hızını alamadan bir yandan vapurla Kadıköy’e bir yandan Beşiktaş’a öte yandan İstanbul’un diğer semtlerine dağıldı. Bir müddet sürdü son dönüşüm. Akabinde 2016. O melun yıl. Her tarafta patlayan bombalar. İstiklal’in orta yerinde patlayan bomba dağıttı Beyoğlu’nu. Kimse silahların gölgesinde eğlenmek istemezken patlayan bomba… Sonra planlı ya da plansız İstiklal’deki tramvay hattının yenilenmesi başladı. Ve her geçen gün Beyoğlu’na gelmek de Beyoğlu’nda yaşamak da zorlaştı. Buna rağmen hâlâ İstiklal’in girişinde ne derdim varsa Galatasaray’a gelince o derdimi çözmüş, Tünel’e gelinceye kadar çözdüğü derdimi unutmuş olduğum bir yer burası. Beyoğlu hiçbir zaman bozulmaktan vazgeçmeyecek. Beyoğlu hep bayramlar gibi eskisi aranacak bir yer olacak. Bugüne kadar hep böyle olageldi çünkü.