İçimizdeki kadınlar. İştahlı, boğazını düşünmekten mutfaktan çıkamayan, bir diyetten ötekine savrulan. Keyfine düşkün, akşam gün batarken deniz tuzu serpilmiş bir bardağa kokteylini dolduran, yanına yılların sayfalarını sararttığı şiir kitabını açan, hayatın getirdiklerine şükreden kadınlar. Hatta önce bir dize, sonra bir şiir derken, ardından kendi şiir kitabını çıkaran. Ölümden önce bir hayat vardır diyen kadınlar. Her işe koşturan, domates yetiştiren, çocuğunu büyüten, babasının unuttuğu doğum gününü hatırlayıp oğluna kendi elleriyle yaptığı çikolatalı pastayı kesen kadınlar. Doya doya yaşamak isteyen. Sınırları zorlayan, ödeşmelerden gelen kadınlar.

Gezginler sonra. Çok şehirden geçmiş olanlar, çok meydandan. Başka bir hayatın mümkün olduğuna inanmış, üstlerine dar gelen gömlekleri kaldırıp atmış her yaştan kadınlar. Gezdikçe, başkalarının maceralarına, aşklarına, acılarına bakmış, evlerin hepimize dar geldiğini kavramış kadınlar. Aşkların, imkânsızlıkların, kederlerin birbirine benzediğini gören, biricik olanın yazdıklarımızda saklı olduğunu kavrayan kadınlar. Sadece kadınların değil ağaçların da hakkını savunan. Ağaçlar çağırdığında soluğu Kaz Dağları’nda, Validebağ Korusu’nda, Rize İkizdere’de alan. Dünyanın gidişatından, hayvan çiftliklerinin sefaletinden, şiştikçe şişen tavuklardan, denizlerde biriken plastik artıklardan mustarip, çok söylenmektense değişime kendinden başlayan. Değişeceksek şimdi, diyen kadınlar.

Kadınların gizli dünyası. Kadınların sırları. Kadınların rüyaları. Kadınların bedenleri. Onların hepsi, hepimiz 1 Temmuz’da Tünel’deydik. İçimizden fırlayan kadınlarla. Ayşeler, Zeynepler, Tubalar, Çiğdemler, saçını toplamış, uzatmış, kısaltmış, beline salmış, kara saçlarını kestirmiş kadınlar. Bedenlerine yazdılar mesajı. BİZİM İÇİN BİTMEDİ.

Bitmeyen, İstanbul Sözleşmesi’nin de ötesinde, arayışlarımızdır. Kadınlar yeni yollar arıyor yürüyecek. Yürürken sesimizi duyurmanın yöntemini, yordamını arıyoruz. Çemberin dışına çıkmanın. Farkındalık yaratmanın. Bir yandan yürürken bir yandan köklerimizle birbirimize dokunmanın. Çocukla, kadın düşmanı yasalarla evde yalnız kalmamanın.

 

İşte bu yüzden sıcak bir temmuz günü, biz oraya tek başımıza gitmedik. İçimizdeki öteki kadınları da aldık götürdük. Gülten Akınları, Lale Müldürleri, onları okuduğumuz günleri, Sevgi Soysalları, yarattıkları kadınları, ele avuca sığmaz Tante Rosa’yı, Tuhaf Bir Kadın’ın Nermin’ini, ete kemiğe büründürdüğümüz kendi kahramanlarımızı, Uğultular’ın Kader’ini, Romantik Bir İstanbul Yazı’ndaki Seniha’yı, yüzyıllardır erkeklerin metinlerinde görünmeyen, tabuları, bekaret kemerlerini ve erkek mitlerini onların başlarına çalan tüm kadınları.

Haksızlıklara hayır diyenleri aldık özenle yanımıza. İzmir’de katliamın kıyısından dönülen bir saldırıda öldürülen Deniz Poyraz’ı. Onun masum bedeninin sığdığı tabuta bakıp ciğeri yanan kadınlar oradaydı. Daracık Tünel meydanında. Ama o küçücük meydan o gün bize saraydı. Omuz omuzaydık çünkü. Gelemeyenlerin ise yürekleri yanımızdaydı. Bizi merak eden, halimizi soran mesajlarından bildik orada olduklarını.

Emekliler, işçiler, avukatlar, senaristler, oyuncular, ev kadınları, gazeteciler, garsonlar, aşçılar, cadılar, melekler. İçindekileri söyleyemeyenler. Söylesek, ooo, bize yaşattıklarınıza siz bile inanamazsınız beyler!

Hayatı, yasaları, kadınlara rağmen var edenler içimizdeki kadınlara çarpacak bundan sonra. Elini kolunu sallaya sallaya gezemeyecekler. Hey tacizci bayım denecek artık, onlara. İçimizdeki çocuk çıkıp bağıracak arkalarından. Empati, biraz empati bayım! Bize de yer açın erkek erkeğe sohbetlerinizde, içki âlemlerinizde. Dilinize ayar verin bayım. Taksilerde, cümle sonlarında, kızdığınızda bizim organlarımızın adlarıyla bağırıp çağırmayın. Arzumuza sahip çıkıyoruz bundan böyle. Bizler de evi terk ediyoruz. İster inanın inanmayın oyundan çıktık. Hile yapıyorsunuz çünkü. Ama ne yaparsanız yapın, kaç kat olursa olsun gözbağları, farkındayız, eşit dağıtılmıyor kâğıtlar. O yüzden size söyleyemesek bile, içimizdeki kadınlarla konuşuyoruz.

 

Eksildik işte

Hem de feci bir şekilde

Hadi başla bakalım güne.

 

Canım benim diyor, içimdeki şefkatli kadın arkadaşım. Biliyorum eksildik. Pınar Gültekin’le, Münevver Karabulut’la, AKP İstanbul Milletvekili Şirin Ünal’ın evinde şüpheli biçimde hayatını kaybeden Nadira Kadirova’yla, ailesinin bir yıldır aradığı üniversite öğrencisi Gülistan Doku’yla eksildik. Hele son Deniz Poyraz cinayeti çok dokundu bana. Keyifsizim senin gibi. Hiçbir şey yapasım yok. Ne film ne dizi, diken üstündeyim, sanki her gün kötü bir şey olacak.  Pes etmek yok. Git ıhlamurların altında otur. İnsanlar aksın önünden. Ve unutma: yaşamak için direnenler kazanacak.

 

 

Medet ummaktan bıkmış, medet olmaya karar vermiş kadınlar var içimizde. Çatallanmış yolların ortasında az beklemiş uz beklemiş Havvalar. Aynalarda kendine çok bakmış, vefasız aynalarla diyaloglardan usanmış, birbirinin aynası olmaya karar vermiş kadınlar. Tarihte abla, teyze, bacı, bayan, hanfendi olarak yer almaktan illallah getirmiş, devri geçmiş sözleri erkeklere iade eden kadınlar.

Yer Cihangir. Markete eksik görmeye gidiyorum. Bir erkek bir kadın yolun ortasında münakaşa ediyorlar. Kadın, Hayret bir şeysin, deyip basıp gidiyor.

Kadınların gücü karşısında kimi erkeklerin eski pozisyonları savunmakta ısrarcı olduğu günlerden geçiyoruz. “Haklı” ve yalnız olmayı tercih ediyorlar. Görünen o ki, biz de bir süre daha içimizdeki kadınlarla konuşacağız. Hey unut gitsin Sinderella’yı diyeceğiz. Kadınların şiirlerini hatırlatacağız onlara. Kadınların unutulmuş hikâyelerini. Yeni öyküler buradan doğru örülecek. Erkeklerse kadın cephesinde neler döndüğünü merak edecek uzaktan uzağa. İyiyiz, iyi olacağız, diyeceğiz onlara. İçimizdekilerden bazıları ölse bile ötekilerin ayakta olduğunu anlatıp hızlanacağız.

Durmak yok çünkü. Güneş gökyüzünde yükselirken yapılacak çok iş var daha. Yazılacak çok kitap, bitirilecek çok resim, dikilecek çok ağaç.

 

Fotoğraf: Dilara Açıkgöz/csgorselarsiv.org