16.04.1977 tarihinde Sakarya’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Isparta’da tamamladı. 2000 yılında Dumlupınar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans, 2003 yılında Dumlupınar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı ana bilim dalında yüksek lisans, 2015 yılında Pamukkale Üniversitesi Yeni Türk Edebiyatı bilim dalında doktora eğitimini tamamladı. 2012 yılında Bursa Osmangazi Belediyesi tarafından düzenlenen Ahmet Hamdi Tanpınar Makale Yarışması’nda birinci oldu. 2003 yılında "Klasik Edebiyat Bağlamında Hilmi Yavuz", 2021 yılında "Kurmacanın Gizemli Dünyası - Yaratıcı Yazarlık", 2022 yılında "Roman ve Öykü Okumaları - 1", 2022 yılında "Müzmin Yara", 2023 yılında "İleri Yaratıcı Yazarlık - Kurmacaya Demir Atmak" isimli kitapları yayımlandı. Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği yaptı; Süleyman Demirel Üniversitesi’nde yarı zamanlı, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde (Yeni Türk Edebiyatı bilim dalı) tam zamanlı “Öğr. Gör.” ve “Öğr. Gör. Dr.” olarak çalıştı. Şu sıralar yaratıcı yazarlık eğitimleri vermekte, editör olarak çalışmaktadır.

Farklı bir yolculuğa davet: Saatine Bakan Adam

Neredeyse otuz yıl aradan sonra Hilmi Yavuz, yeni bir anlatıyla yüzümüzü güldürdü ve bizi farklı bir yolculuğa davet etti. Eğlenceli, satır aralarında yazarının türlü hallerini gördüğümüz, yaşamını takip edebildiğimiz bir yolculuk bu. Kendi kitaplarına göndermeler yapan yazar, hayat öyküsünü de Saatine Bakan Adam’a dahil ederek gerçekçilik tonu ağır basan bir eser yaratmış. Her ne kadar anlatının arka kapak yazısında “postmodern anlatının bütün imkânları, koşulları ve kriterleri” kullanıldığı yazıyor olsa da Saatine Bakan Adam’da, yoğunluğu artırılmış bir otobiyografik nehir arkadan arkaya akıyor. Hilmi Yavuz’u tanıyanlar, onun kitaplarını (özellikle de defterlerini ve anılarını) okumuş olanlar, söz konusu otobiyografik öğeleri kolayca yakalayabilir. Bunun için Saatine Bakan Adam’ı postmodern tekniklerin kullanıldığı bir öz kurmaca olarak görmek ve adlandırmak daha doğru olacaktır.

“kendi kimliğini bir başka kahramana/karaktere giydirir”

Hilmi Yavuz’un Saatine Bakan Adam’ındaki öz kurmaca öğelerini vermeden önce, bu türün özellikleri üzerinde kısaca durmak gerekir. Öz kurmaca ya da oto-fiction, yazarın kendi yaşamını merkeze aldığı eserlerin tür adıdır ancak bu eserlerde, otobiyografik romanlarda olduğu gibi yazar, kendi kimliğiyle çıkmaz okurun karşısına. Adeta kendi kimliğini bir başka kahramana/karaktere giydirir ve kendisini o kahraman ya da kahramanlar nezdinde temsil ettirir. Öz kurmaca türündeki romanların en önemli özelliği, yazarın doğrudan değil de dolaylı olarak okurun karşısına çıkmasıdır, böylece okur kurmacadaki karakterle yazarın yaşamı arasında ilişkiler kurabilir. Yazarlar, öz kurmaca romanlar kaleme alırken kendi yaşamlarını merkeze alsalar da yeni bir karakter yaratırlar ve bu karakterin kendilerinden farklı bir yaşam sürmesini isterler. Tabii ki bunun yanı sıra, yaratılan bu yeni karaktere kendi deneyimlerinin bir kısmını da yaşatmak suretiyle yaşamlarını yeniden yaratmış olurlar. Bu noktada, yazarın kendi yaşamını tüm gerçekliğiyle ve çıplaklığıyla sergileme gibi bir amacının olmadığını, hemen belirtmek gerekir. Genel olarak yaşı kemale eren yazarların kaleme aldığı öz kurmacalar, yazarın kendi yaşamına dışarıdan ve bir gözlemci gibi bakmak istemesinin ürünüdür. Yazar, kendi deneyimlerini, kurmaca bir kahramana yaşatırken kendisini de aynada izlemiş olur. Bunun için seyreden ve seyredilen olmak üzere iki ayrı “ben(in)” bulunduğunu söyleyebiliriz öz kurmacalarda. Seyreden ben, yazarın kendisidir ve yazar kendisini, kendi dışında biri olarak görmeyi arzular. Seyredilen ben ise kahramanın kendisidir, o da kurmaca dünyanın ürünüdür ama kısmen de olsa bir temsil göreviyle ve ayna işleviyle yaratılır.

Saatine Bakan Adam ‘iki düzlemde ilerleyen’ şizofrenik bir anlatıdır…”

Saatine Bakan Adam “iki düzlemde ilerleyen” şizofrenik bir anlatıdır ancak bu iki düzlemi de ihlal etmeyen üçüncü bir zincir anlatının sonuna eklenir. İlk zincirde, gazeteci olduğunu öğrendiğimiz, hocasının “Oku!” dediği bir romanı Remzi Kitabevi’nden satın alan ve bu esnada, Fulbright bursuyla Amerika’daki Northwestern Üniversitesi’ne gidecek olan Halide (Edip Adıvar) Hanım’ın asistanı olan genç bir kadınla konuşmaya başlayan, sonra da bu kadınla mektuplar aracılığıyla iletişimini sürdüren (yazdığı öyküleri yollayan) bir gazeteci gencin yaşamı; ikinci zincirde, Ali Ziyaeddin Eşfak isimli başka bir gencin, annesiyle yaşadığı eve davetsiz bir şekilde gelen Leyla’nın valizini açma girişimleri, bir gizli bir örgüt kurduğu gerekçesiyle Sansaryan Hanı’ndaki karakola götürülmesi olayı anlatılır. Ancak anlatıda üçüncü bir zincir (anlatıda “hal” olarak geçer) daha vardır ki bu, ilk zincirdeki gazeteci gencin alması için ikinci zincirin kahramanı olan Ali Eşfak’ın getirip bıraktığı valizdir. Valizi alan gazeteci genç, evine otobüsle giderken, karşısında oturan ve durmadan saatine bakan bir adamı izler, adamın saatine bakmasının ardında ya bir yere geç kalmış olma endişesinin ya da tramvayın geç kalmış olduğu ihtimalinin bulunduğunu belirtir. Ama o, yeni bir öykü yazacaktır ve bu iki ihtimal de söz konusu olmayacaktır. Anlatıda yer verildiği kadarıyla bu da bir tertium datur’dur. Derrida’ya ait olan bu kavram “karar verilemez bir önermenin, bir aksiyomlar sisteminin birçokluğa hâkim olarak düşünülebilecek [bir kümeye ilişkin] konumunu bu aksiyomlardan analitik veya tümdengelimsel bir sonuç olarak türetilemeyecek, onlarla ne çelişki içerisinde bulunan ne de bu aksiyomlara göre doğru veya yanlış olan, bireşime girmeyen (sanssynthèse), tertium datur (3. hal) bir önerme”dir (Başaran, 2013: 161). Üçüncü zincir “Saatine Bakan Adam” başlığını taşır ve bu, ilk zincirdeki gazeteci gencin yazacağını zannettiğimiz ama başlığın hemen altındaki ifadeden anladığımız kadarıyla ikinci zincirin kahramanı Ali Ziyaeddin Eşfak tarafından yazılmış olan “fantastik bir hikâye(dir).” Yani ilk iki zinciri de ihlal etmeyen, onların bütünlüğünü bozmayan üçüncü bir zincir, tertium datur, anlatıya eklenmiş olur. Bu üç zincirde de Hilmi Yavuz’un öz yaşamını, farklı karakterler ve anlatıya katılmış bir dışsal karakter olan Hilmi Yavuz’un kendisi üzerinden takip edebilmek mümkündür.

Üçüncü zincir olan “Saatine Bakan Adam” öyküsü, bu anlatının bir öz kurmaca olduğuna dair pek çok ipucuyla doludur. Yazar, üç zincirde, yarattığı karakterlerin kendi yaşamının bir yönünü sergilediğini net ifadelerle anlatır. Az önce de belirttiğimiz gibi seyreden ve seyredilen ikiliği, öz kurmacanın ana problemlerinden biridir. Üçüncü zincirde söz konusu durum, bir fotoğraf dolayımında verilir; üçüncü zincirde, kendi fotoğrafına bakan ve fotoğrafta gördüklerini yeni bir bakış açısıyla yeniden yaşamaya çalışan bir yazar vardır. Seyreden ve seyredilen aynı kişidir ancak seyreden, seyredileni kurmaca nesnesi haline getirmeye çalışır. “Birden, masa başındaki adamla fotoğraftakinin aynı kişi olduğunu fark ediyorsunuz.” (Yavuz, 2022: 103). Bu metnin yazarı Ali Eşfak, baktığı fotoğrafta, başka bir fotoğrafa bakan bir adamı görür. Fotoğraftaki adamın baktığı fotoğraf da aynı fotoğraftır aslında. Ali Eşfak’ın baktığı fotoğraf, o fotoğraftaki kişi ve o kişinin baktığı diğer fotoğraf aslında matruşkayı hatırlatır. Ancak Ali Eşfak’ın baktığı fotoğraftaki adam, kendi baktığı fotoğrafı yeniden kurgulamak ister. Fotoğrafa bakan adamın temel amacı “geçmişi yeniden yaşayabilmek(ten)” ibarettir ve bunun için bir yeniden canlandırma işine girişir: “(…) Ama işe, fotoğraflara ilişkin yeniden canlandırma ile başladığını söylemek yanlış olmaz.” (Yavuz, 2022: 104). Peki, yeniden canlandırma işindeki nesne kimdir? Bunu da devam eden satırlardan öğreniyoruz: “Emekli olduktan sonraki aylaklık günlerinde iş güç yok, Gümüşsuyu’ndaki eve çekilip kitaplar, plaklar ve eski zaman fotoğraflarıyla dolu odasında, fotoğraflarda saptanmış olan görüntüleri, o görüntüdeki durumlarıyla, bir kez daha yaşayabilme tutkusuna kapıldı.” (Yavuz, 2022: 104). Bu satırlardaki bilgiler bize fotoğrafa bakan, emekli ve Gümüşsuyu’nda ikamet eden adamın, Hilmi Yavuz olduğunu düşündürür. Bu tutku, onun liseden edebiyat öğretmeni Ercan Bey’in “roman kahramanları” kurgusundan yola çıkarak gerçekleştirmeye çalıştığı bir pratiğin ürünüdür aslında. Hilmi Yavuz üzerine pek çok yazısı bulunan ve dostlukları devam eden şair ve öğretmen Ercan (Yılmaz) Bey’in anlatıya “Roman Kahramanları Festivali” ile dahil edildiğini ve Hilmi Yavuz’un liseden edebiyat öğretmeni Behçet Necatigil’in yerine geçtiğini görüyoruz. Yazar, kendini kurguladığını belki de gizlemek, okurdan saklamak için böylesi bir yola başvurmuş olabilir. Öz kurmacanın mantığına çok uygun bir teknik olan “kendini dışsallaştırma” her ne kadar anlatının içinde birtakım yaşantı parçalarıyla bulunsa da anlatının dışında olduğu izlenimini vermeye çalışan bir yazarın yaptığı girişim olarak öne çıkar.

“Geçen giden zamanın peşine düşmek”

İlerleyen satırlarda fotoğrafa bakan adamın fotoğrafları yeniden yaşamaya giriştiği belirtilir. Bu tavrıyla, yani fotoğraflarda bulunan ve yaşamını henüz yitirmemiş kişileri o günkü elbiseleriyle ve o anda birlikte olmaya davet etmesi, fotoğrafa bakan adamın bir tür oyun oynama girişimi içerisinde olduğunu da gösterir. Amacı, Marcel Proust’un Geçmiş/Kayıp Zamanın İzinde (Ala Recherche du Temps Perdu) isimli romanında yaptığı gibi geçen giden zamanın peşine düşmek, bu zamanı yakalamak değildir; aksine “geçmişi yeniden yaşamanın imkânlarının Proustvâri bir Recherche ile değil, geçmişte nasıl oldu ise öyle, bir kez daha inşa ile mümkün olacağını göstermekti(r).” (Yavuz, 2022: 105). Evet, bu anlatının yazarının yapmak istediği tam anlamıyla budur. Geçmişin bir kez daha inşa edilebileceğini, Ercan Yılmaz’ın Roman Kahramanları Festivali’ni model alarak ortaya koymaktır. Bu da ancak öz kurmacaya özgü tekniklerle mümkün olabilir.

İlkokul mazisi

Az önce de ifade ettiğimiz gibi bu anlatının iki zincirinde de Hilmi Yavuz’un yaşamını hem anlatıdaki karakterlerle hem de dışsal olarak anlatıya dahil olan Hilmi Yavuz adı etrafında takip edebilmek olanaklıdır. Gazeteci genç, Metin Altıparmak’ın, Fatih 40. İlkokulu’ndan arkadaşı olduğunu belirtir. Bu okulun adı sonradan Akşemseddin İlkokulu olur. “(…) Metin Altıparmak’la, benim Fatih 40. İlkokulu’ndan, sonradan Akşemseddin İlkokulu olduydu hani sınıf arkadaşımdı (…)” (Yavuz, 2022: 16). Saatine Bakan Adam’daki bu satırlarda anlatılanlara benzer bilgilere Ceviz Sandıktaki Anılar’da da rastlarız. Gazeteci gencin okuduğu ilkokulla ilgili olarak verdiği bilgilerle Hilmi Yavuz’un anılarındaki bilgiler doğrudan ilişkilidir.  “(…) O yıl Fatih’te, ilkokul dördüncü sınıfa başlamıştım (1945-1946 ders yılı!) ve o yıllarda İstanbul ilkokulları, kendilerine verilen numaralarla anılmaktaydı. Benim ilkokulum (daha sonra adı ‘Akşemseddin İlkokulu’ olan) 40. İlkokul’du.” (Yavuz, 2001: 18).

 Yuvarlak masadaki dergi fikri

Gazeteci genç, hukuk fakültesinde öğrenime başladığını, Erdal, Onat ve Ergin’le arkadaş olduğunu ve bir dergi çıkarmak istediklerini belirtir: “O yılın güzünde üniversiteye başladım. Erdal’la, Onat’la, Ergin’le tanıştım. Demir’i liseden biliyordum. Fakülte kantinindeki büyük yuvarlak masadaydık, karar vermiştik. Bir dergi çıkaracaktık!” (Yavuz, 2022: 10). Buna benzer bir olayı ikinci zincirin kahramanı Ali Eşfak da yaşar. “Gençlik yıllarımda üniversite öğrencisiyken [Hukuk öğrencisiydim!] bazı arkadaşlarım, Hilmi, Erdal, Onat, Ergin…” (Yavuz, 2022: 40). İlk zincirde gazeteci genç Hilmi Yavuz’dan söz etmezken, ikinci zincirde Ali Eşfak Hilmi Yavuz’dan söz eder. Aslında bu iki olay da Hilmi Yavuz’un başından geçer ve Hilmi Yavuz, bu olayları, kurmaca karakterin başından geçmiş gibi anlatır. İkinci zincirde de dışsal bir karakter olarak öyküye, kimliğiyle değil ama ismiyle katılır. Ceviz Sandıktaki Anılar’da iki zincirde, iki ayrı karakterin verdiği ve birbiriyle örtüşen bilgiler, tüm detaylarıyla anlatılır: a dergisi’ni yayımlama düşüncesi İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin Kantini’nde, o yıllarda kantindeki büyük yuvarlak masalardan birinde söze dönüştü. Erdal Öz, Onat Kutlar, ben, 1954-55 ders yılında Hukuk Fakültesi’nin birinci sınıfındaydık; Adnan Özyalçıner ve Kemal Özer Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü’nde. (…)” (Yavuz, 2001: 29).

1968 yılında Londra’ya giden gazeteci genç, katıldığı bir eylemde Hilmi Yavuz’u da görecektir. Ne tesadüftür ki gazeteci gençle Hilmi Yavuz bu “görkemli yürüyüşte” bir arada bulunacaktır. “(…) Tesadüf, ama son derece şaşırtıcı olan bir tesadüf, Londra’daki o büyük ve görkemli yürüyüşte Hilmi’yi, Vanessa’nın hemen arkasında, sol yumruğu havada, görecektim! Hayret!” (Yavuz, 2022: 18). Bunu, bir tesadüf olarak yorumlamak imkânsızdır elbette; bunu, yazarın kendi kimliğiyle gazeteci gencin kimliğini ayırmak için yaptığı bir girişim olarak görmek gerekir. Zira Can Bahadır Yüce’yle yaptığı uzun söyleşi olan Şiirim Gibi Yaşadım’da ve başka eserlerinde Hilmi Yavuz, Londra’da bulunduğunu anlatır (Yavuz, 2006: 72). Uğur Soldan da (Soldan, 2003: 87) Hilmi Yavuz’un Londra günlerinden söz eder.

“Hayatında belli bir değeri olan isimler”

Hilmi Yavuz’un annesi, ikinci zincirde, Ali Eşfak’ın başkahraman olduğu kısımlarda Vacide olarak yer alır. Hilmi Yavuz’un annesinin adı Vecide’dir, bir harf değişikliğiyle anlatıda Ali Eşfak’ın annesi olarak takdim edilir Vecide Hanım. Ayrıca doğruluğu tartışılır ancak ikinci zincirdeki kadın karakter Leyla da Hilmi Yavuz’un komşularından birinin kızıdır (Yavuz, 1996a: 64). Hilmi Yavuz, hayatında belli bir değeri olan isimleri anlatıda kullanmaktan çekinmemiştir.

“Haşim hayatı kasten daraltmaktan hoşlanırdı”

İlk zincirin kahramanı gazeteci genç, bir parantez açarak hayatı basitleştirmekten hoşlandığını belirtir. Ve bu noktada gazeteci genç, konuyu detaylandırmak için Hilmi Yavuz’un Tanpınar’dan alıntılayarak, Ahmet Haşim için kullandığı “hayatı kasten daraltmak” ifadesini alıntılar: “Hiç sırası değil ama, parantez içinde belirteyim: Hayatı basitleştirmeyi ilke edinmişimdir. Tanpınar’ın Ahmet Haşim için kullandığı ‘hayatı kasten daraltmak’ı, bana sorarsanız, Latince ‘her şey değişmeden olduğu gibi kalsın’ anlamında, semper eadem olarak yorumlamak gerekir. (…)” (Yavuz, 2022: 18). “Hayatı kasten daraltmak” ifadesi, Hilmi Yavuz’un Yazın, Dil ve Sanat isimli kitabında “Ahmet Haşim: Belleğin Şairi” başlıklı yazısında (Yavuz, 1996b: 134) da vardır. Aynı ifadeye Şiir Henüz isimli söyleşi kitabında da rastlarız. Çok garip bir şekilde ilk zincirin kahramanı gazeteci genç Hilmi Yavuz’un bu ifadesini ödünç alarak kullanır.  “(…) Haşim, görünenin ötesini araştırmaz, görünende derinleşir. Tanpınar’ın ‘Haşim hayatı kasten daraltmaktan hoşlanırdı’ değerlendirmesinin de anlamı budur. (…)” (Yavuz, 1999: 140).

Gazeteci genç “Sarısabır Çiçekleri” isimli hikâyesini, İngiliz filolojisinde okuyan, Halide Hanım’ın asistanı olan genç kadına yollar; onun, bu hikâyeyle ilgili tenkitleri şöyledir: “Bak, mesela senin Sarısabır Çiçekleri hikâyende ‘stream of consciousness’ (şuur cereyanı) tekniğini çok başarılı kullanmıştın. (…)” (Yavuz, 2022: 38). Hilmi Yavuz, Vatan gazetesinin 12 Aralık 1957 tarihli nüshasında “Sarısabır Çiçeği” isimli, bilinç akışı (şuur akımı) tekniğini kullandığı bir hikâye yayımlar. Gazeteci gencin bilinç akışı tekniğiyle yazdığı ve Amerika’daki hanıma yolladığı hikâye ile Hilmi Yavuz’un yıllar önce bilinç akışı tekniğini kullanarak yazdığı bu hikâyenin adı, çoğul ekinin kullanımı dışında birbirini andırır. Bu hikâyenin tam metni de Ceviz Sandıktaki Anılar’dadır (Yavuz, 2001: 61).

 “Şiir sevmeyi senden öğrendim. Hiç anlamadığım dizeler okumaz mıydın?”

İlk zincirin kahramanı gazeteci genç, babasının istemesinden dolayı hukuk fakültesinde okuduğunu söyledikten sonra [Bir parantez açarak Hilmi Yavuz’un da babasının mesleği olan idareciliği seçmek zorunda olduğu için hukuk fakültesine gittiğini belirtelim (Yavuz, 2001: 84)] babasının edebiyatı, özellikle de şiiri sevmesine rağmen felsefe ve edebiyat bahsi açtığında sinirlendiğini ifade eder. Oysa babası evde yüksek sesle şiirler okuyan biridir: “(…) Peder istedi diye Hukuk okuyorum. Lisedeyken felsefe, edebiyat bahsi açtığımda peder fena halde sinirleniyordu. Edebiyatı, özellikle de şiiri çok sever halbuki. Ben çocukken, evde yüksek sesle şiir okurdu: Tevfik Fikret’i, Süleyman Nesip’i! [Yeter artık, insanlara insanlığı öğret!] (…)” (Yavuz, 2022: 43). Bu satırlara benzer satırlar, Hilmi Yavuz’un Denemeler isimli kitabındaki “Yahya Hikmet Yavuz Öldü” başlıklı yazısında yer alır. Hatta köşeli ayraçta italik cümleyi bu denemede aynen geçer: “Şiir sevmeyi senden öğrendim. Hiç anlamadığım dizeler okumaz mıydın yüksek sesle? Neler okurdun? Fikret miydi? Süleyman Nesib miydi? (‘Yeter artık insanlara insanlığı öğret’) (…)” (Yavuz, 1999a: 205). Yazar benzer sözleri Şiir Henüz’deki bir mülakatında da söylemiştir: “(…) Akşamları, çok yorgun değilse eğer, haznesi çiçek işlemeli gaz lambasının ışığında şiir bile okurdu yüksek sesle. Tevfik Fikret ya da Süleyman Nesip’ten… (…)” (Yavuz, 1999: 25).

Gazeteci genç, başarılıdır ve 1960 yılının Eylül ayında Türkiye Gazeteciler Sendikası tarafından Amerika’ya davet edilen dört kişi arasındadır. Bu kişilerden biri de Hilmi Yavuz’dur. “1960 Eylül’ünde Türkiye Gazeteciler Sendikası, Pulliam’ın İndianapolis ve Arizona’daki gazetelerinde çalışmak üzere, İngilizce bilen 4 gazeteciyi ABD’ye davet etti. Yanlış hatırlamıyorsam, davet edilenler arasında Hilmi de vardı.” (Yavuz, 2022: 55). Hilmi Yavuz, ilk yurtdışı seyahatini, Vatan gazetesi tarafından, staj yapması için İndiana’ya gönderilerek yapar (Yavuz, 2006: 67).

Edebiyatçılar Birliğinin düzenlediği gecede, protesto gösterisi…

İkinci zincirin kahramanı Ali Eşfak, bir gün, evindeyken polis baskınına uğrar. Bu baskının nedeni, Dram Tiyatrosu’nda Edebiyatçılar Birliğinin düzenlediği gecede, yaptıkları bir protesto gösterisidir. Bu gösteri onun Sansaryan Hanı’ndaki siyasi şubeye çekilmesine neden olur. Komiser, onu sorgulamaya başladığında, niçin Sansaryan’a alındıklarını anlayıverir: “Birden anladım. Dram Tiyatrosu’nda Edebiyatçılar Birliği bir gece düzenlemiş, Yakup Kadri’sinden Nurullah Ataç’ına kadar edebiyatçılarımız orda konuşmalar yapmışlardı. Biz de; ben, Cemal, Güngör, Barsak Süha ve birkaç arkadaş daha, paradiden onlarla dalga geçen dövizler asmış, bunlardan biri de ‘Matine dörüt erleri esselamün aleyküm!’dü. Behçet Kemal de kürsüye çıkıp şiir okumaya başlayınca ona ‘yufff! çekmiştik.” (Yavuz, 2022: 90). Bu anekdot, aynı biçimde ve daha ayrıntılı olarak Ceviz Sandıktaki Anılar’da yer alır. Yakup Kadri’nin ve Behçet Kemal’in konuşma yaptığı Edebiyatçılar Derneğinin Dram Tiyatrosu’ndaki etkinliğine giden Hilmi Yavuz ve arkadaşları, polis baskınından önce kaçar: “Her neyse, o gece Yakup Kadri Bey’in konuşmasıyla açıldı. (…) Sıra Nurullah Ataç’a geldiğinde Cemal Hoşgör, üzerinde ‘Matine Dörüt erleri, esselamün Aleyküm!” yazılı afişi paradiden aşağı sarkıtıverdi. (…) kıyamet, Behçet Kemal Çağlar kürsüye gelince koptu. Paradiden yükselen ‘Yuh!’ sesleri dinmek bilmiyor, ayaklarını yere vurarak protesto edenlerin şamatasına, Bağırsak Süha’nın durmadan öttürdüğü borazan sesleri eşlik ediyordu. (…)” (Yavuz, 2002: 72-73). Saatine Bakan Adam’ın ikinci zincirinde Ali Eşfak’ın başından geçenler ile Ceviz Sandıktaki Anılar’da anlatılanlar, küçük farklılıklar dışında birbirinin aynıdır.

İnönü: “Ben Büyük Taarruz, 30 Ağustos 1922 sabahı tıraş olmuştum.’’

İlk zincirin kahramanı gazeteci genç, Vatan gazetesinin görevlendirmesiyle İsmet İnönü’nün Uşak gezisini takip eder. Uşak gezisinde İsmet Paşa’yla gazeteci genç arasında ilginç diyaloglar geçer. CHP heyeti ile gazeteciler, Uşak’tan İzmir’e geçer, oradan da İstanbul’a döneceklerdir. İsmet Paşa, havaalanındayken gazeteci genci yanına çağırarak, ona bazı uyarılarda bulunur: “Havaalanındayız. İstanbul’a uçakla dönüyoruz. Sağa sola koştururken, Paşa eliyle bana, gel işareti yaptı. Gittim. Elini yüzüme sürdü, ‘Sen tıraş olmamışsın.’ dedi. Benim canım burnumda. Üç gündür haber izle, haber yap, haber ilet… iflahım kesilmiş bir de tıraş mı olacaktım! ‘Paşam,” dedim, ‘iş çoktu, haber yetiştirmek, neler oldu, biliyorsunuz. Onca önemli haber… Tıraş olmaya vakit mi vardı?’ Yirmi üç yaşındayım ve epeyce ukala bir kendini beğenmişlikle, bir burnu havadalıkla söyledim bu sözleri. İnönü, son derece sakin, ‘Ben Büyük Taarruz, 30 Ağustos 1922 sabahı tıraş olmuştum.’ dedi. Utancımdan kıpkırmızı, yer yarılsa da kaybolsam, diye düşündüm…” (Yavuz, 2022: 94). Bu anekdot Ceviz Sandıktaki Anılar’da tüm ayrıntılarıyla verilir, Hilmi Yavuz, Vatan gazetesinde çalışırken aynı olayları yaşar.”(…)

‘’Yer yarılsa da içine girsem! diyordum, içimden.’’

O telaş içinde art arda gelen haberleri İstanbul’a geçmek için telefon bekleyip oraya buraya koştururken, havaalanında İstanbul uçağını bekleyen İsmet Paşa, eliyle işaret ederek beni yanına çağırdı. Yanına varır varmaz da, eliyle yanağımı alttan yukarı doğru sıvazladı. (…) ‘Bu ne sakal! Niçin tıraş olmadın.” dedi, sertçe ve azarlar gibi. Benimse gerçekten canım burnumdaydı. Haber atlamamak ve haber yetiştirmek için canımı dişime takıp çalışmaktan tıraş olmaya vakit mi bulabilmiştim? Yorgunluktan ve yaşanan gerilimden iflahım kesilmişti, bir de tıraş olmayı mı düşünecektim? İsmet Paşa’ya ‘Paşam,’ dedim, gücenik, ama mağrur bir sesle, ‘günlerdir yaşanandan sonra, tıraş olmayı düşünmek, bana biraz absürd geliyor…’ (…) İsmet Paşa güldü: ‘Ben,’ dedi. ‘Büyük Taarruz sabahı tıraş olmuştum…’ Hayatımda hiç bu kadar aşağılanmış hissetmediğimi itiraf etmeliyim. Kendini beğenmiş yeni yetme bir muhabire, Baki Efendi’nin deyişiyle, ‘hem zarifane hem levendane’ bir biçimde haddini bildirmişti İsmet Paşa… ‘Yer yarılsa da içine girsem!’ diyordum, içimden.” (Yavuz, 2002: 106-107).

Yazar, yıllar önce yaşadıklarına sanki bir başkası yaşamış gibi bakıyor…

Postmodern bir öz kurmaca anlatı olan Saatine Bakan Adam’da Hilmi Yavuz, kendisini farklı iki karakterle temsil ederken zaman zaman kendi kimliğiyle de anlatıda yer alır. Anlatıdaki karakterler, Hilmi Yavuz’un arkadaşı gibi gösterilir ancak bir yandan da Hilmi Yavuz’un yaşadıklarına benzer olayları yaşarlar. Yazar, bu tavrıyla üçüncü zincirdeki fotoğrafa bakan adam gibi geriye çekilir, başından geçen olayları, tıpkı tiyatro sahnesindeki seyirci gibi uzaktan seyreder. Sahnedeki oyunu, seyreden kişi yani yazar kaleme almıştır, oyun onun hayatından izler taşır; yazar, zaman zaman seyirci koltuğundan kalkıp küçük bir rolü oynamak için sahneye çıkar ve sonra sahneden çekilir. Bütün bunlar, Hilmi Yavuz’un kendisini bir başkasıymış gibi görme arzusundan kaynaklanır. Yazar kendisine, yıllar önce yaşadıklarına, sanki bunları başka birisi yaşamış gibi bakar.

BAŞARAN, Melih (2013). “Derrida ve Yapı Çözüm veya Vav”,      Kaygı, Uludağ Üniversitesi Felsefe Dergisi, S. 20, s. 153-163.

SOLDAN, Uğur (2003). Şiirin Aynasındaki Simurg-Hilmi     Yavuz’un Hayatı, Estetiği ve Şiir Dünyası. İstanbul: Can Yayınları.

YAVUZ, Hilmi (1996a). Denemeler. İstanbul: Boyut Kitapları.

YAVUZ, Hilmi (1996b). Yazın, Dil ve Sanat. İstanbul: Boyut Kitapları

YAVUZ, Hilmi (1999). Şiir Henüz. İstanbul: Est&Non.

YAVUZ, Hilmi (2022). Saatine Bakan Adam. İstanbul: Everest Yayınları.

YAVUZ, Hilmi (2001) Ceviz Sandıktaki Anılar. İstanbul: Can Yayınları.

YAVUZ, Hilmi (2006). Şiirim Gibi Yaşadım. (Haz. Can Bahadır      Yüce), İstanbul: Dünya Kitapları.