Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunudur. Yüksek lisans eğitimini Üsküdar Üniversitesinde Yeni Medya ve Gazetecilik bölümünde tamamlamıştır. Mastercamp Akademiden Yazarlık eğitimi almış. HarvardX Antik Dünya Edebiyatı modülünü başarı ile tamamlamıştır. Ayrıca iletişim teknikleri ve etkin iletişim eğitimleri bulunmaktadır. 2005 yılından itibaren Bankacılık sektöründe başladığı kurumsal çalışma hayatına Otomotiv sektöründe devam etmektedir. Bunun yansıra 2007-2010 yılları arasında Doğu Anadolu Bölgesinde dağıtımı yapılan Aylık Siyasi Gazete yayınlamıştır. 2014 yılından itibaren başladığı bir web Haber Portalı’nın Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmektedir. Sosyal sorumluluk projesi kapsamında bir kadın dayanışması hareketi olarak yayınlanan iki kitap seçkisinde öyküleri ile bulunmuş. Hazırlık aşamasında da aktif rol almıştır. Felsefe ve Davranış Bilimlerine ilgi duymaktadır. Psikoloji okuryazarlığı eğitimi almıştır. Davranış Bilimleri araştırmalarını ağırlıklı olarak Psikoloji disiplini üzerinden yapmakta ve çalışmaları neticesinde yazmış olduğu yayınlanmış kısa öyküleri bulunmaktadır.

 

Hayatları boyunca toprak olmakla, yok olmak arasındaki sıratta yürür bazı insanlar. Ta ki; bahar onlar için son kez gelip çiçekler taptaze kokularını yaymaya başlayana kadar. Ömürlük bir feryadın dile geldiği bir infial hali. Köpürmüş bir öfke değilse gördüklerin. Muhtemelen birkaç hüzünlü mısradır duydukların.

“Yeniyetmeliğin kokusu sinmiş her yana bahar gibi taptaze. Köklerimi unutturuyor toprağa. Kızgınlığım bundan.”

Seninle son kez yan yana oturduğumuz bankta oturuyorum şimdi. Sen yoksun. Yaz’ı aratmayan bir nisan günü. Gölyazı tam da sevdiğin gibi, sakin. Hani üzerinde “İnci Tanem” yazan kayık vardı ya, geçerken gördüm maviye boyamışlar. Hüzünlendim. Daha birçok şey var sen gittiğinden beri değişen.

Benim gibi…

Çok uzun zaman oldu. Kaybın her türlüsünü oyun zannettiğim zamanlardı. Hiç kaybetmemiş. Gördüğümün ötesini hiç aramamıştım. Varlığım asla sonlandırılamayacak bir mucize gibiydi. Sadece “ben” ile başlayan cümleler kuruyor. En tuhaf olanı da bir tek kendimi değil, çevremdeki herkesi de yüklendiğim anlamların gerçekliğine ikna ediyordum. Gidişin ki bu ihtimal dahilinde bile değildi. Kalbimi enkaza çevirip avuçlarıma bıraksa da kayboldum dediğim yerde yepyeni ve muazzam bir özgürlük alanı yaratmıştı bana. Bitmeyeceğini sandığım hayatımın, sonsuza kadar sürecek bir acıyı özümseme biçimiydi bu. Yaşamıma devam ederken birçok kez yaşadığım vicdan azabına rağmen, acını yaşama biçimimi kendime bile sorgulatmıyordum. Yokluğunu fark etmemek için sarf ettiğim çaba beni ölümden daha da uzaklaştırmıştı. Durmadan çalışıyordum. Hayatım hazırladığım sunum dosyaları ve gördüğüm takdirler arasında bir yerde duruyor. Her gün, geleceğinden emin olduğum bir sonraki güne planlar yapıyordum. Zaman geçtikçe, ilk başlarda sarılıp uyuduğum yastığın bile uzaklaştı benden. Yatağın solu boş durmaya devam etse de yastığın, kalbimde kalan son sızı gibi bir kenara kaldırıldı.

Böyle söylemem incitiyor mu seni?

Ne tuhaf, ölmeyi yok olmakla eş değer tuttuğum, bu yüzden de reddettiğim yıllar boyunca beni duyabilme ihtimalini hiç düşünmemiştim. Duyularımla sınırladığım bir dünyada, ölüm ancak yok olmak anlamına geliyordu.

Oysaki toprak oluyormuş insan. Hâlâ hayattayken biriktirdiği anılarını saklayan, bir parçası olduğu evrenin özüne karışıyormuş.

Bazılarından farklı olarak, benim bunu ancak sınıra geldiğimde anlamış olmam çok acı.

Gitti yerine bitti deyip kendimi uzaklaştırdığım yıllardan sonra ilk defa bu kadar yakın hissediyorum sana. Sanki başını bana yaslamışsın da nefesin omzuma değiyormuş gibi.

Nefesin deyince, buraya gelmeden önce Teferrüç Mahallesi’ne uğradım. İlk evimizin önünde dururken, burnuma değen toprak kokusunun anlattıklarını dinledim. O koku inceden yağan yağmurun vedasını fısıldıyordu. Bense sana, kavuşmayı anlatmaya geldim. Hastanede hemşirenin gözlerini kaçırarak elime iliştirdiği bir zarf, içinde beyaz bir kâğıdın üzerine, silik siyah basılmış bir sonuç raporu ile.

Yazdığına göre, yok sayınca yok olmuyormuş anılar. Zamanı gelince cirminden büyük ateşler yakıyormuş içinde. Sınıra geldiğinde dönmesini bilenlere, gözün gördüğünden fazlasını veriyormuş. Dokunan elden fazlasıymış hisseden. Gözümden dökülen yaş, şimdi kayıp saydığım zamanaymış. Gençlik eridikçe kora dönmeyen öfkem korkudanmış. Unutulmakmış en büyük korkum.

Keşke dediğim birçok an dolaşıyor şimdi zihnimde.

Gelmeden önce yastığını çıkardım dolaptan, soluma koydum yine. Eski resimlere baktım. Telaşsız bir kahve yaptım. Özenle seçtim kıyafetlerimi. Uzun uzun aynada kendime baktım. Gülümsedim. Affettim kendimi. Senin de beni affetmeni diledim.

Toprak olmaya geldim. Seçim hakkı varlığının bile muamma olduğunu düşündüğüm zamanlardan, seçimimi yapmış olarak. Beni anlattığımdan fazla duyduğunu bilerek, ben sandığım, kibirden sıyrılıp biz olmaya talip olarak geldim.

Şimdi sensiz geçmiş koca bir ömrü geride bırakıyorum. Ruhum ne yaptın diye sorarken bedenime, unuttum diyen dilime hayıflanıyorum.

Ne ılık bir rüzgâr şimdi yüzüme vuran, ne miski amber bir koku, nasıl da diri tabiat, bu kuş sesleri, ağlara takılan balıklar, birbiri ardına geçen tekneler, annesinin eteğine asılan çocuk, kırk yıllık evinden umudunu kesmeyen o yaşlı çift, bir şiir…

Esnaf lokantasında camlı masanın arasına sıkıştırılmış;

“Etinde yol bulmak, yol buldukça kaybolmak,

Kaybolmak, çekilmiş kanının son zerresinde.

Seninle olmak, sen olmak.

Birlikte karışmak toprağa.

Sessizlerin âleminde yürümek…

Çoğalmak günün birinde, yeniden güneşe çıkmak.

Tenine ulaşan bir damla suya tutunup, bilmem hangi memleketin toprağında…

Filizlenip yeniden doğmak.