1982 Manisa doğumlu. Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü mezunu. Şu an strafor fabrikasında “üretim planlama uzmanı” olarak çalışıyor. Hayattaki en doğru adresinin, kendi kültürüne ait kısa öyküler olduğunu keşfetti. “Masa”, “Kafa”,“Edebiyatist” ve “Sözcükler” gibi pek çok edebiyat dergisinde öyküleri yayımlandı. “Yazı-Yorum” dergisi ve “Edebiyat Gazetesi”nde uzun bir süre içerik yazarlığı yaptı. Kayseri Belediyesi’nin kısa, Dedektif Dergi’nin polisiye ve Kitap Cumhuriyeti’nin “İklim ve Çevre” konulu öykü yarışmalarında seçkilerde yer aldı. Ayrıca Ot Dergi’nin öykü kitabı yarışmasında dosyası “dikkate değer” bulundu.

Az evvel elli lira çekti bankadan Ulvi. Ekmek beş lira, simit beş lira, çay da dört lira elli beş kuruştu. Dedesinin ismini koymuşlar ona. Zor isim ama kolay kolay unutulmaz. Bir sarımtırak elliliğe baktı, bir de uzaktaki maviliğe. Rüzgârlıydı o gün. Deniz karar vermişti gökyüzüyle birleşmeye. Çekindi Ulvi, dalgalardan korktu, yaklaşamadı denize. Elli lirayı cebine soktu, kimliğini cüzdanında yalnız bıraktı. Biraz yürüdü, biraz sustu, en çok kendisiyle konuştu. Çenesi düz ayakkabısına yakışmayan kot pantolonu, belki de ilk defa bu kadar çok işine yaradı, en azından bacaklarını sıcak tuttu. Büzüştükçe büzüştü paltosunun içinde. Pişen köftenin dumanını bile, önünden geçtiği restoranın kapısında sohbet eden adamlardan ödünç aldı, çekti ciğerlerine.

Köşede duran piyango biletçisine dikkat kesildi. Kır saçlı adamın yorgun yüzü, güne dair bir anlam taşımıyordu. Ne hüzünlü ne de mutluydu. Babasını seyretti Ulvi uzun uzun. Özlememek için verdiği sözü tuttu, “Biraz da annemi göreyim” diye iç geçirdi. Yüz metre kadar ilerde park vardı. Ağaçsız, kuşsuz, sadece banklardan oluşan aylak parklarından bir tanesiydi burası. Beton üzerine tahta mazgallar sıralanmış banklardan birine tünedi ve bekledi. Çocuğunun elini sıkıca tutmuş, eşarplı bir teyzenin Pazar gezmesine ortaklık etti dalgın bakışları. Babasından sonra annesi, annesinden sonra küçük kardeşi. Hepsini gördü Ulvi. Elini cebine soktu o panikle, elli lirayı yokladı. O da duruyordu yerinde, ailesi tastamamdı.

Yarım saat kadar dayanabildi soğuğa. Bir balonun peşinden koşabilen, umut dolu minik çocuğa takıldı gözleri. Banktan kalktı, aheste adımlarla yürüdü. Şehrin içinde ufaldı, küçücük oldu gövdesi. Kalbini taşıdığını anımsadıkça ağırlaştı ama. Rüzgâra karşı duran, kocaman bir kaya kadar yerinden kalkmaz oldu. Yürüdü, yürüdükçe uslandı, uslandıkça alıştı hayata, hayata karşı dik durmaya. Başını dik tuttu uzaktaki denize. Güneşi aradı gökyüzünde, belki bir ara parıldar diye. Sonra içindeki sese inandı, onu dinledi sağır olmak pahasına. Elbet bir gün bu mevsim de geçer diye umutlandı. Yürümeye devam etti ve her fırsatta cebindeki elli lirayı yokladı. Kaybolmayan para azdı ama hep orada duransa bir zenginlikti. Elli lira, çocuk düşlerinin kısa bir hesap özetiydi. Çünkü nefes alıp veren ailesiydi o aslında.