Prof. Dr. Aslı Tunç, İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya bölümü öğretim üyesidir. İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’nda iletişim lisansı ve Anadolu Üniversitesi’nde sinema-televizyon yüksek lisansından sonra iletişim alanındaki doktorasını 2000 yılında Philadelphia’daki Temple Üniversitesi’nden aldı. Bir yıl boyunca Amerika’daki aynı üniversitede iletişim kuramları ve küresel iletişim üzerine dersler veren Tunç, çalışmalarını 2001 Eylül’ünde Türkiye’ye döndükten sonra medya ve demokrasi, dijital aktivizm, sosyal medya ve toplumsal cinsiyet konuları üzerine yoğunlaştırdı. Mart-Eylül 2020’de Güney Florida Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulundu. 2020 Ağustos -2024 Mart tarihleri arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Rektör Yardımcısı olarak çalıştı. Tunç’un İngilizce ve Türkçe akademik makaleleri, kitap bölümleri ve uluslararası raporları bulunuyor.

 

2001 yılı belleklerimize her ne kadar 11 Eylül ile kazınsa da aslında o sene umut ve kriz gelgitinde tuhaf zamanları hatırlatıyor bize. Şubat ayında dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in yine dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile yaşadığı tartışma, havada uçuşan Anayasa kitapçığı, terk edilen toplantılar, tetiklenen ekonomik kriz, Dünya Bankası Başkan Yardımcısı Kemal Derviş’in bir kurtarıcı edasıyla Türkiye’ye çağrılması, ülkede hiç eksik olmayan politik çalkantılar hep aynı yılın ilk iki ayına sığıyor. Öte yandan 2001 baharında Türk-Yunan ilişkileri açısından şimdiye dek tanık olunmamış bir iyimserlik de yürekleri ısıtıyor. Türk ve Yunan dışişleri bakanları İsmail Cem ve Yorgo Papandreu, Sisam Adası’nda buluşup, iki komşu ülkenin barış ve dostluğunu büyütmesi dilekleriyle Tanrıça Hera’nın mezarı yakınlarına iki zeytin fidanı dikerek, cansuyu döküyorlar toprağına. Sonra akşam yemeğinde omuz omuza sirtaki yapıyor iki devlet adamı, artık dost olmanın rahatlığıyla.

 

Başar Başarır’ın yeni romanı Dolunay İki Gece Sürer 2001’in işte bu zamanlarında geçiyor. Annesi Feriha Hanım’ın genç yaşta ölümünden sonra köy enstitüsü mezunu babası emekli öğretmen İhsan Sami Bey ile yaşayan Boğaziçi Üniversitesi mühendislik öğrencisi Gamze’nin Zeytinburnu’ndaki mütevazı yaşamı ile tanışıyoruz. Annenin kaybı ile iki farklı noktaya savrulmuş, birbirine yabancılaşmış baba-kız arasındaki derin fay hattını Başarır, yer yer alaycı yer yer hüzünlü bir dille anlatıyor. Başarır, 2001 yılının yaşama dair ayrıntılarını arka plana ustaca serpiştirdiği karakter oluşumunda baba İhsan Sami Bey huysuzluğu, geçimsizliği ve yakın dostu bisiklet tamircisi Süreyya ile yakın tarih sohbetleriyle öne çıkıyor. İhsan Sami Bey sıkı bir Yunan karşıtı. Milli Mücadele anlatılarının baş düşmanı olarak Yunanlara duyduğu tepki, kafasındaki klişe ve kalıplarla sarsılmaz vaziyette. Romanın sakin akan ritmi Gamze’nin Yunan Erasmus değişim öğrencisi Stavros’a âşık olmasıyla ilk viraja giriyor. Başarır, babayı ve Yunan sevgiliyi hınzırca yüzleştirip aynı masaya oturtuyor. Stavros ile Yunanların gözünden Türk toplumunu, alışkanlıklarını ve benzerliklerini görüyoruz. Başarır, bir an olsun muzip anlatım biçimini elden bırakmıyor. Okur olarak bizleri yaratıcı ve hınzır sıfat tamlamaları arasında gezdiriyor. Bu anlatımın bana büyük ölçüde Oğuz Atay’ı çağrıştırdığını belirtmeden geçemeyeceğim.

 

Romanın 155. sayfasından yani neredeyse yarısından itibaren olaylar, Gamze ve Stavros’un aşk hikâyesi ile birlikte Girit’e taşınıyor. Bu noktadan sonra okur adeta Akdeniz’in güneşli kıyılarına savruluyor. Girit rakısı çipuro adeta genzimizi yakıyor, yıldızlı gecelerde Hanya’da, Kandiye’de ve Matala sahilinde dolaşıyoruz, bin bir çeşit otlarla bezeli Girit yemekleriyle donatılmış sofralara konuk oluyoruz, içten içe hissettiğimiz ada yazlarının getirdiği o gamsızlık duygusuyla sayfaların nasıl aktığını anlamıyoruz bile. Romanın ikinci yarısında bakış açısı tersine dönüyor ve Gamze’nin gözüyle Yunan kültürü verilmeye başlanıyor. Öykünün Girit’e taşınması elbette rastlantı değil. İhsan Sami Bey, Girit muhaciri bir ailenin çocuğu ve ailesi 1923’te Girit’ten Türkiye’ye göçe zorlanmış. Öykü, temelinde mübadele de olsa Türk ve Yunan milliyetçiliklerinin kalıplaşmış algılarının kırılmasına dayanıyor. Roman 2015 yılında genç yaşta kaybettiğimiz değerli tarihçi Vangelis Kechriotis’ten şu alıntıyla yola çıkıyor: “Gerçek hayatla ilgisi olmayan her şeyi zamanla unutacaksınız. Çünkü konu tarih olunca sarsılmaz kurallar yoktur ve tek yapmanız gereken geçmişle bugünün gerçeği arasında bir yol inşa etmektir.”

 

Dolunay İki Gece Sürer işte tam da bunu hedefliyor. Başarır, bunu ironiyle, müthiş bir dil hâkimiyetiyle ve hınzırca yapıyor. Yılların betonlaştırdığı kalıpların, stereotiplerin, önyargıların, klişelerin ancak birbirimizi gerçekten tanıyarak, aynı masada oturarak, hikâyelerimizi, şarkılarımızı, kahkahalarımızı ve daha ötesi yüreklerimizi paylaşarak silineceğini anlatıyor bizlere.

 

Dolunay İki Gece Sürer, Başar Başarır, Can Yayınları, Ekim 2021