Berna Kuleli

Kesişen Kümelerin Söyledikleri

1966 yılında İstanbul'da doğdu. Üniversite eğitimini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı. Boğaziçi Üniversitesi'nde aynı bölümde başladığı yüksek lisans eğitimini tez aşamasında bıraktı ve yirmi altı yıl sürecek iş hayatına geçti. Şimdilerde fotoğraf çekmek, öykü okumak ve yazmak, film izlemek ve filmler üzerine yazmakla uğraşıyor. Aşk Ağustosta Güzeldi isimli ilk kitabı 2020 yılında yayınlandı. İFSAK üyesi, ifsakblog, perasinema ve Mikroscope'ta yazıyor.

 

Ben kimim? Hiç kendinize bu soruyu sordunuz mu? Hadi gelin oyun oynayalım, bu yazıyı okuyan herkes kendisini tanımlasın. Şehirli mi köylü mü, yetişkin mi çocuk mu, kadın mı erkek mi, göçmen mi mülteci mi, buralı mı? Sorular uzar gider, yanıtları birbiriyle kesişen kümelerin boş hanelerini kelimelerle doldurabilir. Doldurabilir de o kesişen kümelerin içindekiler ne kadar uyum içinde yaşarlar? Ne kadar birbirlerine saygılı, farklı fikirlere açık, açık oldukça tartışan, tartıştıkça gelişen bir toplumsal yapıda yaşarlar?

Abu Adnan – Adnan’s Father (Adnan’ın Babası) kısa filmi yolculuk sahnesiyle açılıyor. Görece kısa, bir semtten diğerine her gün yaptığımız sıradan yolculuk mu yoksa şehirlerarası mı, yoksa ülkeden ülkeye mi? Hangisi olsa da bizi yolculuk duygusuyla karşılıyor film. Otobüsün arka koltuğunda tam ortada oturan adam bizlerden biri mi? Hemen ardından yan yana dizilmiş evlerin önünden kanepe taşıyan iki kişi; Sayid ve oğlu Adnan. Bu kısa filmin her saniyesi ince ayrıntılarla bezenmiş. Gördüğümüz görüntü bizi ya bir kavramla buluşturuyor ya da bir diyalogla. Anlayacağınız film kısa ama anlattıkları çok katmanlı.

Yan yana dizilmiş ve kendi içinde uyumla yapılmış bu evler ilk bakışta toplum tarafından belirlenmiş, bize iletilen bazı kodlar içeriyor. Bunların neler olduğu sonraki sahnede veriliyor. Sayid madem oğluyla birlikte yaşıyor o zaman karısı da olmalı. Öyleyse beklenen soru geliyor:

– Sayid bize ailenden bahsetmek ister misin?

– Oğlumla yaşıyorum. 12 yaşında.

– Peki ya karın?

– Karım… Yok

– Yok mu? Bize söylemek istediğin başka şeyler var mı peki?

Var tabii, olmaz mı! Sayid Suriye’de doktor. Ve bunu, gramer olarak bakarsak şimdiki zaman cümlesiyle ifade ediyor

– Ben Suriye’de doktorum.

– Yani Suriye’de doktordun.

Sayid gülümseyerek cevap veriyor

– Evet doktorum.

– Tabii ki! DoktorSUN.

Filmi orijinal dili olan Danca’yı bilmediğim için İngilizce altyazısıyla izliyorum. İngilizcede şimdiki zamanda gerçekleşen olayları anlatmak için kullanılan “are” fiili büyük harfle yazıldığı için ben de “DoktorSUN” yazdım. Bazen filmlerin karakterleriyle konuşuyorum. Burada Sayid’e sadece üç harften oluşan o fiilin cümlede kullanılan anlamıyla ne kadar çok politikaya gönderme yaptığını anlatmak isterdim. İngilizce, Türkçe ya da Danca hangi dili konuşurlarsa konuşsunlar toplumda var olan kabullenilmiş kavramlar, önyargılar, alışkanlıklar beden dilleriyle de anlaşılabiliyor ya da izlediğiniz bir filmse eğer belki aniden kadraja giren yeni oyuncuların anlamı oradaki eylemlerinden büyük olabiliyor. Tıpkı Adnan ve babası Sayid’in okulda görüşme zamanlarını beklerken odadan çıkan ten renklerinden oralı (Danimarkalı) olduklarını düşündüğümüz aile gibi.  Kapıdan önce çocuk çıkıyor. Ardından anne ve baba. Anne hamile. Tam bir düzen içi çekirdek aile ya da “Biz”den olan. Evlilik kurumu için imzayı atmış, tescilli bir sosyal grup. Hamile anne adeta geleceğin temsili. Sayid ve Adnan içinse gelecekleri  orada mı? Bunu bilmiyoruz. Sadece mücadele ve çabalamak var. Ten renkleri farklı, dilleri farklı, aile yapıları farklı. Sayid dilini bilmediği bu ülkede kendi kimliğini koruyarak yaşamaya çalışıyor. Ya on iki yaşındaki oğlu? Adnan gençliğinin tüm heyecanlarıyla bulundukları yeni yere uyumlanmak çabasında. Baba kendi topraklarında yani ülkesinde olsa oğluna tam anlamıyla tüm değer yargılarıyla istediği baba rolünü yerine getirebilecek ama başka ülkede durumlar farklı. Öyleyse zaman zaman küçük çekirdek ailelerinde gücün kendisinde olduğunu hatırlatması gerekiyor.

Filmi başından sonuna dikkatle izliyorum. Aklımdan birçok yorum, soru geçiyor. Lisedeki matematik derslerimizde anlatılan kesişen kümeleri hatırlıyorum. Sayid’in yüzüne yayılan tatlı gülümseme kesişen kümeyle buluşuyor. Ortak kelime “Hoşgörü”. Bu yazıyı okuyup evden çıkacaksınız belki, sokakta ya da vapurda sizden olmayan, ne ten rengiyle ne de diliyle sizin gibi olmayan çocuklar, anne, babalar çıkacak yolunuza. Sayid’in yüzündeki gülümseme gelsin aklınıza. Dilerim farklılıkların yanında anlayışlı, saygılı, hoşgörülü gülümsemeler sarar gökyüzünü.

2017 yapımı yirmi beş dakikalık kısa film Abu Adnan, 2018 yılında Danimarka’nın en iyi kısa filmi seçilmiş. Ayrıca kırkın üzerinde festivali dolaşmış. Yönetmen Sylivia Le Fanu filminin esas meselesini “yabancı olmak” üzerine kurduğunu ve özellikle de Sofia Coppola’nın Lost in Translation (Bir Konuşabilse) filminden etkilendiğini belirtiyor. Ayrıca genç yönetmen kendisiyle yapılan söyleşilerde filme ruhunu katanın oyuncular olduğunu da belirtiyor. Bu yüzden gerçek hayatta baba oğul olan Salim Assi ve Jahid Assi’yle çalışmış.

Suriyeli doktor Sayid’in Danimarka’da oğluyla yeni bir hayat kurma mücadelesini anlatan bu kısa filmi internetten izlemek mümkün.