Edmon Şar

Sesteki Yolculuklar: John Cage’in Müziği

Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Müzik/ Piyano yükseklisans mezunu. Piyano ve müzik öğretmeni. Sesshin Duo'nun Seconda'sı (2. Piyanosu) ve Tatavlada'dan Ada'ya'nın kurucularından. Müzik olmadan hayatta kalması imkansız olan biri.

“Bir şey yapıyorum, sonra başka bir şey yapıyorum; ama hayatımı adadığım müziktir,” diyordu John Cage.

“Bir şey” ve “başka bir şey” sözlerine bakarsak Cage için sadece besteci diyebilmemiz mümkün değil!  Tam da bu yüzden, yolculuk temasını takip ederek, Mikroscope için yazdığım bu ilk yazıda Cage’i anlatmak istedim.

5 Eylül 1912’de Los Angeles’ta doğan Cage’in babası mucit, annesi gazeteci ve aynı zamanda da kilise korosunun piyanistiydi. Cage’i ilk araştırmaya başladığımda anne ve babasının bu özelliklerini tamamen almış diye düşündüm! Cage on yaşındayken ilk piyano derslerine teyzesiyle başladı fakat müziği meslek olarak düşünmeyi aklından bile geçirmiyordu. Lisede hitabet yeteneğini konuşturdu; üniversitede ise yazar yanı öne çıktı. Üniversitenin ikinci yılında eğitimini Avrupa’da sürdürme kararı aldı. Los Angeles’tan otostop yaparak geldiği Houston’da bindiği gemiyle Fransa’nın La Havre şehrine gitti. Paris’te altı ay kaldı ve bu süre içinde gotik mimari okumaya başladı ancak kısa sürede vazgeçti. Bu sırada modernist ressamlardan etkilenerek resim yapmaya başladı ve bir yandan da Paris Konservatuvarı hocalarından Lazare Levy’den piyano dersleri aldı.

Cage’in yolculuğu Fransa ile sınırlı kalmadı, Paris’ten kalkıp Napoli Körfezi’nin kuzeyinde kalan Capri Adası’na gitti. Burada, Harvard’da İngiliz Edebiyatı okumuş Don Sample ile tanıştıktan sonra modern edebiyata da yöneldi.

1931’de Los Angeles’a dönmeden önce İspanya’nın Mallorca şehrine de gitti ve burada geçirdiği zamanının çoğunu şiir yazmak ve resim yapmakla geçirdi. Ve hayatında ilk defa müzik bestelemeyi denedi. Bu beste için “Çok matematiksel, çaldığım zaman müzik gibi değil” dedi. Yine de ısrarcıydı!

Cage, 1931 sonbaharında Los Angeles’a döndüğünde tam hayatını müzikle idame ettirmeye ve beste yaparak geçirmeye karar vermişken Amerika’da ekonomik kriz başladı. Bu yüzden, hayatta kalabilmek için birbirinden farklı birçok iş yapmak zorunda kaldı. İlginç işler de yaptı elbette! Ev kadınlarına modern resim ve müzik seminerleri düzenlemek bunların arasındaydı. Bu semirleri düzenlemek için kütüphanelerde devamlı araştırma yapması gerekiyordu. Bu araştırmalar sırasında Arnold Schönberg’in müzikte en doğru işleri yaptığına karar verdi! Bu karar sonrasında Cage’in hedefi Schönberg ile çalışmak oldu. Bunun için, ilk adım olarak, Amerika’da ilk defa Schönberg bestesi çalmış olan piyanist Richard Buhlig’e ulaşmaya çalıştı ve resimlerine karşılık kendisinden piyano dersleri almaya başladı. Birlikte Cage’in yaptığı besteler üzerine çalıştılar ama yine de eksik olan bir şeyler vardı. Cage’in besteleri Schönberg’in diziselliği içinde matematiksel bir temele dayanan atonal müziklerdi. Buhlig ise Cage’e, bestelerinde daha yapısal bütünlük olması yönünde tavsiyelerde bulundu ve bunun üzerine yoğunlaştılar. Bu çalışmalar sırasında Buhlig, Cage’e, bestelerinden birini, deneysel bir besteci olan Henry Cowell’a göndermesini önerdi. Sonrası ise çorap söküğü gibi geldi. Cowell, Cage’i derslerine kabul etti ve beraber çalışmaya başladılar. Cowell bu çalışmalarda onu Adolph Weiss’e yönlendirdi. Cage, bir yıl boyunca hem Weiss ile hem de Cowell ile çalıştı ve nihayet Schönberg’le çalışma fırsatını yakaladı. Artık onunla profesyonel olarak çalışabilirdi…

Ancak işler Cage’in umduğu gibi gitmedi. Cage, Schönberg’in yaşayan en büyük besteci olduğunu düşünse de, onun hem üniversitedeki derslerinde hem de birebir yaptıkları derslerde umuduğunu bulamadı. Bu yüzden de Schöberg’le çalışmayı bıraktı. Yaptıkları son konuşmada Schönberg’in kendisine, müzik bestelemek için armoni duygusunun olması gerektiğini, yoksa önündeki her engelin aşılamayacak bir duvara dönüşeceğini söylemesi üzerine Cage’in ünlü besteciye verdiği cevap, tam bir ders niteliğindeydi: “Bu durumda hayatımı, o duvara vurmaya adayacağım.”

Artık Cage yaptığı bütün çalışmaların sonunda kendine özgü bir müzik dilini oluşturmaya başlayacaktı. Bunun da başlangıcı perküsyon müziği ve enstrüman dışı seslerle birlikte 300’e yakın kendi yarattığı vurmalı çalgılar ile oldu. Gamelan orkestrasından etkilenerek piyanonun tellerine birbirinden farklı çeşitli nesneler yerleştirerek hazırlanmış piyanoyu icat etti. Böylelikle her türlü ses kaynağı ve tını, müziğinin en önemli yapıtaşı haline geldi. Bunu da Cage şöyle açıklıyordu bize: “Bir şeylere dokunmaktan vazgeçmedim, hepsi ses verdi ve tınladı.” Sesin varlığına ne denli önem verdiğini anlatmış oluyordu böylelikle.

Sesin önemi kadar aslında sesin karşıtı sessizlik de önemliydi Cage’in müziğinde. Enstrümanı sessizleştirip, müzik dışında o an oluşan seslerin varlığına dikkat çekmek için bestelediği 4’33’’ hem ses hem de sessizliğe verdiği önemi göstermekteydi. Bu durum bize de onun eşsiz müzik yolculuğunun ve dolayısıyla dilinin, sadece armoni ve melodi üzerine değil, ritmik yapılar üzerine kurulu olduğunu anlatıyordu. Aynı zamanda klasik müziğin besteleme kalıplarına, armonik yapı ve hiyerarşisine karşı olduğunun da kanıtıydı.

Cage’in müziği ile ilgili yapılmış ilginç bir belgeseli aşağıda sizinle paylaşmak istiyorum. İyi seyirler.